7 Aralık 2012 Cuma

Gerçek olan ne?



Her insanın iki yönü olduğunu unutmamak gerek. Kimi hüznünü göstermekten çekinmez, kimi gülüşlerinin arkasına saklar. Kimi karanlıkları göremeyecek kadar mutludur, kimi sadece mutsuzlukları görecek kadar karanlık. Tabi insan gördüğüne inanıyor. Sanal ortamlarda yazılarına bakıyoruz, gerçek hayatta gülüşlere aldanıyoruz. Hayat garip. Çok mutlu olduğunu düşündüğün insanın 'gerçek' yüzünü gerçek olmadığını düşündüğümüz ortamda görüyoruz. 

Benim başıma sıkça geliyor. Bana kalsa iç dünyamı korkmadan yazıyorum, bazılarınızın deyimiyle karamsarım, depresif ya da her ne etiketse öyle yazıyorum. Eminim hiç gülmediğimi, sürekli somurtarak gezdiğimi düşünen bir yığın insan vardır. Öyle değil işte, öyle değil. O değil de, öyle değil diyerek sürekli kendimi açıklama çabasında olduğum günler geldi aklıma. Bir süre sonra boşvermeyi öğrendim. Nasıl olsa anlamayacaklar, yani seni görene dek. 

Gün içinde arkadaşlarımla okulda ya da başka bir yerde vakit geçirdiğim insanlar ise tam tersini düşünüyorlardır eminim. Bazıları yazılarıma denk geldiklerinde oldukça şaşırıyorlar. Yine beni sadece yazılarımla tanıyanlar tanışma fırsatı yakaladığımızda 'hiç böyle beklemiyordum seni' diyorlar. Gerçek olan ne?




Hayat garip, aslında çok normal. Parçalara bölünmüş bir sen var ortada. Hangisi sensin? -Hepsi. Evet hepsi sensin, sadece kimisine gülüyorsun, kimisine ağlıyorsun. Çünkü kimi gülüşünü anlıyor, kimi göz yaşını silmekten hoşlanıyor. Her bir parçan, nabza göre şerbet veriyor.  

Gerçek olan ne peki biliyor musun? Gerçek olan, tüm benliğini birleştiren bir insanı bulabilmek. Her parçanı göstermekten zerre korkmadığın ve her parçanı yanlışta olsa seven birinin varlığını hissetmek. İşte o zaman mutsuzluklar da mutlu gelmeye başlar. Anlaşılmaktan güzel ne olabilir ki bu hayatta? Senin için, amaçsızla girilen 'gülücük' partileri, sosyalleşme adını verdiğin insanlıktan çıkaran sahte ortamların geçici 'mutluluğu' olabilir. Sahte olan bu.


 Gerçek olan ne? Bir kendine sor. gerçek olan orada.







4 Kasım 2012 Pazar

Gerçekler


Yüzüne gülen insanların gerçek yüzlerini yanlış anlaşılmalar sayesinde öğreniyorsun.
Ne büyük aptal olduğunu anlıyorsun mesela,
O giderken ya da gitmeye hazırlanırken bütün kinini kusuyor.
Duruyorsun, dinginleşiyorsun. Dinlemek zorunda kalıyorsun.
Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyorsun artık.
Gülümsüyorsun, acıyor için ama gülümsüyorsun işte. 
Farkına vardığın için hem üzülüyorsun, hem de seviniyorsun.




3 Ekim 2012 Çarşamba

Bulutlar




Küçükken balkonda uzanır bulutlara bakardım. Hepsini bir şeye benzetirdim.
Ne hayal gücüydü, ya da gerçekten benziyordu bir şeylere.
Ama şimdi benzetemiyorum hayal gücüm o kadar sınırlandı ki.
Ya da artık bulutlar gerçekten benzemiyor bir şeylere.

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Bitecek..



Yollara sığmayan arkadaşlarım olmayacak benim, yollar bana hep büyük gelecek. Gölgemi takip edeceğim sessizce. Güldüğüm her anı kendime ihanet etmiş sayacağım, unutmayacağım hislerimin keskinliğini, göz yaşlarımın yakıcılığını. 'Ben de' cevabını vereceğim biri olmayacak. Ben seni seveceğim. Sen 'de' benden nefret edeceksin.

Hayat bir aslanın yavru ceylanla oynadığı gibi oynayacak benimle. Karşı koymayacağım sadece beni yenmesine izin vereceğim. Teslim olacağım. Ben hep dipte olacağım. Bataklıkta olacak bir ayağım, öteki ayağımı ordan çıkardığımda umutlanmayacağım. Sadece öyle yaşamaya alışacağım ben.

Gülen insanlardan tiksineceğim, bana 'umutlu ol' diyen herkesten nefret edeceğim. Ben ne halim varsa göreceğim. Beni hatırladığı için mutlu olacağım bir dostum olmayacak, telefonumun şarjı günlerce gidecek, mesaj hakları hiç bitmeyecek.

En boktan şeylere bile mutlu olamayacağım, yaşadığıma bile inandırmayacağım kendimi. Bana acıyarak bakan suratlardan tiksineceğim. Ruhum hiçbir zaman alışmayacak mutlu olduğuma, mutlu olduğumda korkacağım çünkü mutsuzluğun yakın olduğunu biliyor olacağım.

Ağlamaktan göz pınarlarım kuruyacak bir gün. Yanak kaslarım gülmeyi unutacak yadırgayacak sevinci, mutlu olmayı. Haydi yerden kalk diye umutlandırmayacağım kendimi. Artık çok iyi biliyorum 'umut en büyük kötülüktür çünkü işkenceyi uzatır.'

Kimsenin umrunda olmayacak yaşadıklarım. 'aman be ne halin varsa gör' deyip atılacağım yine bir kenara. Sadece susacağım. Dudaklarım kuruyacak konuşamamaktan, biri soru sorduğunda boğazımı temizlemem gerekecek. Siz konuşmaktan susayacaksınız, ben ise susmaktan.

Parçalara bölüneceğim ben, her ayrı benden nefret edeceksiniz. Tek tanımda toplayacaklar beni 'aptalsın' Ben kendim dahil herkese yabancılaşacağım. O kadar çok maske takacağım ki gerçek beni unutacağım.

Değişmeyeceğim ben, değişmeyi bile denemeyeceğim. Rastgele yaşayacağım. Yalanların salak sebeplerine kanacağım, irdelemeyeceğim gerçeği sadece inanacağım onlara. Ard arda seferler düzenleyeceğim hüznüme, arkamdan el sallayacak biri olmayacak. Güneş ve martılar süslemeyecek benim manzaramı.

Yaşıyor musun? diye soracaklar beni gördüklerinde cevabını gözlerimde bulacaklar. Yaşayan bir ölüden farksız olduğumu anlayacaklar. Ben kendimden bile vazgeçeceğim, sıkılmayı bile özleyeceğim. Yediğim her tokattan sonra diğer yanağımı çevireceğim, savaşmayacağım.

Zifiri karanlık olacak benim ütopyam. Sadece ben yaşayacağım orada, kapısı çalınmayacak çünkü bir kapısı olmayacak. Güzel bir güne başlayamayacağım ben, güneş benim için hiç doğmayacak, ben güneşi unutacağım o da beni unutacak. Karanlığa esir olacağım.

Başarısızlıklarla dolu bir hayatın sonunda yalnız bir köpek gibi öleceğim. Geriye baktığımda hatırlayacağım bir tek anım bile olmayacak. Ben hep önemsiz kişi olacağım. Şansız hiç gülmeyen hiç uğruna yaşayan, hayatta hiç bir başarısı olmayan bir sefil gibi yaşayacağım

Benim için karşılaşama sözcüğü hoşgeldin olmayacak, niye geldin? diye soracaklar. Kapılar açılmayacak bana, mutluluğun kapısını aralayıp kaçacağım.

Gözyaşlarımın akmasını izleyeceğim sessizce aynalarda, veda edenleri uğurlayacağım. Öldürsünler beni diye unutulacağım. Yalnız olacağım ben, hep yalnız, sadece yalnız. Kendini bile terkeden, bedenimin bana rağmen bensiz yaşayışını izleyeceğim. Sesim çıkmayana kadar bağıracağım arkasından 'gitme'.

Anılar boğacak sesimi, düşüncelerimle başbaşa her gün tükeneceğim. Mevsimler değişse de ellerim hep soğuk kalacak. Hatırladığım o elin geri dönmeyeceğimi bileceğim. Üşüyeceğim, çok üşüyeceğim ve bir gün donacağım.

Yüreğime batıyor söyleyemediklerim, susuyorum çünkü konuşursam göz yaşlarımı tutamayacağım biliyorum.
 Kendimi garipsiyorum, ben olmayan bir şeyin esiri olma korkusunun ötesinde onu yaşıyorum. 

Daha fazla acı çekmek istiyorum.
Ben kanıyorum ama ölmüyorum. 
Öldürüyorum ama kanatmıyorum.

Gün ışığı yıldızları gizlerken, gecelerde ben kaybolacağım.
Ağlayacağım, azalacağım ve gün gelecek biteceğim. 
Karanlık bir çukurun en dibinde, 
kimsenin göremeyeceği  küçük bir adam
soğuk düşlerin katili, 
azalacak..
tükenecek..
ve gün gelecek bitecek..








20 Mayıs 2012 Pazar

Boşverin...

Gene bir şeyler yazmak istedim. İçimde yine bir şeylerin yükseldiğini hissediyorum. Ama kendimi anlatmak bile zor geliyor artık. Şuraya yazacağım bir kaç cümle size yine 'aha gene bağladı hüzne osaman' dedirtecek  Ne yazayım o zaman.

Boşverin en iyisi mi? Ne ben yazayım, ne de siz okuyun.

30 Mart 2012 Cuma

Çocukluğumun Göz Yaşları




Çocukluk altın yıllardır çünkü geçmişin ağırlığıyla ezilmemiştir. Hayata dair tecrübeler edindikçe sırtımıza binen yükler bizi belki de olmak istemediğimiz bir kalıba sokar, bir sonraki adımı atabilmek için arkamızdaki eserlere bakarız. Kiminin ardında yıkık binalar varken kiminin ardında sağlam temeller vardır. Harabe bir binayı yeniden dikebilmek sizin göstereceğiniz azime bağlıdır. Bunu yalnızca sen yapabilirsin. Kimse senin için bunu yapmaz. Temeli sağlam binaya ise katlar eklersin, zirveye ulaşmak için sürekli çalışırsın ama kimileri bu yükseklik içinde yok olup giderler, benliklerini kaybederler. Bence artık onlar kendileri değildir.

Çocukken yaşadığım birçok olayın şu anki davranışlarım üzerinde etkisi olmuş olabilir. İnsanlara olan güvensizliğim, yalnızlığı tercih etme ve melankolik düşünme eğilimimin çıkış noktasının yaşadığım çocukluk yaşantılarının ne kadar etkisi olduğunu tahmin etmem biraz güç. Güvensizliğimin nedeni en sevdiğim çocukluk arkadaşımın bana iftira atmasında aramak ne kadar mantıklı olabilir acaba? Belki de kendime açıklamaya korktuğum ya da hatırlamak istemediğim şeyler vardır. Freud ''Yaşanan travmaların tohumlarının atıldığı yer çocukluk dönemidir.'' diyor. Belki de. Ama benim kabul etmek istediğim belkide inanmak istediğim kocaman bir yalan ''Bunlar benim seçimim''  Bazı insanlar seçimlerini mutlu olmak için değil, 'en az mutsuz olacakları' şekilde seçerler. Sanırım ben onlardan biriyim. 




Çoğumuz ebebeynlerimizin gerçekleştiremediği hayallerin esareti altında yaşıyor. Onların okuyamadıkları okullara gidiyoruz, seçemedikleri işleri seçiyoruz. Hangimiz tamamiyle kendi seçimiyle yaşıyor hayatını. Daha sonra anne-babamızın yaşayamadığı çocuklarına da yaşatamadığı o hayatı çocuklarımıza yaşatabilmek için sistemin içinde sağa sola savruluyoruz.

Bir insanı var eden davranışlarda çocukluğun etkilerini inkar etmek biraz güç, ama tamamiyle de buna bağlamak oldukça zorlama bir düşünce gibi geliyor. İnsanın kendini bildikten mantıklı çıkarım yapma yetisine sahip olduğu andan itibaren yaşadığı olayların şimdiye daha çok etkisi olduğu fikri bana daha yakın geliyor. Zihnimizdeki çöplüklerin arasında endişemizin kaynağını arayıp duruyoruz. Şu anda yaşıyorum ama ne kadarım arkadamda, ne kadarım benimle birlikte bu yolda onu bilmiyorum.

Bence gün ışığının yıldızları gizlediği gibi, zihnimiz çocukluk yaşantılarımızı gizliyor olabilir. Onlar hep oradalar karanlığa gömüldüğümüz her an çıkmak için bekliyorlar. Aynaya baktığımda gülen çocukluk silüetim bana el sallarken, şimdi mutluluk sadece utopik bir hayal gibi geliyor. Taze göz yaşlarım çocukluk göz yaşlarımın izlerinden mi akıp gidiyor acaba, gerçekten bilmiyorum.

Schopenhauer şöyle diyor;

Hayat bir parça nakış işlemesine benzetilebilir.
Hayatının ilk yarısındaki herkes işlemenin ön tarafını görür, ikinci yarısında ise tersini!..
İkincisi o kadar güzel değildir, ama daha öğreticidir!..
Çünkü; İplerin birbirine nasıl bağlandığını görmemizi sağlar...



Konu: Çocukluğumuzun şimdiiki davranışlarımız üzerindeki etkisi.  08.03.2012 tarihli ders notum.





25 Mart 2012 Pazar

En sevdiğim beş Koreli

Her Çekik severin yazmaya koyulduğu top listesini benimde artık yapmam gerektiğine inanıyorum. Eksik kalamam! Listemi yaparken duygusal davranmamaya, oyunculuk performanslarını üzerinden değerlendirme yapmaya çalışacağım.


1. Jae-yeong Jeong


Evet evet yanlış görmediniz Güzel bir hatun mu beklerdiniz yoksa? Jae Yeong izlemekten en çok keyif aldığım aktör. Farklı bir enerjisi var, en kötü filmlerde bile parlamayı başarıyor. Kendine has bir sempatisi var. Her türlü karaktere bu kadar iyi bürünebilen bir Koreli oyuncu tanımıyorum. Bana göre oyunculuğunun zirvesi 'Castaway on the Moon' filmi. Gülmekten gözümden yaşlar geldiğini ve 'mutlaka bir kez daha izlenmeli' diye işaret koyduğumu hatırladığım bir film. Mutlaka izlenmesi gereken filmleri: Castaway on the Moon, Someone Special, Welcome to Dongmakgol, Going by the Book



2. Kim Ha Neul

Kim Ha Neul, zamana meydan okuyan kadın. Yaşlandıkça güzelleşiyor şarap misali. Jianna Jun ile birlikte 'hırçın kız' karakterinin en iyi oyuncularından. Çigulle bakışına hasta olduğum, 'Yaa' diyişine yandığımın.. İzlenmesi gereken filmleri: My Tudor Friend, My Girlfriend Is an Agent, Almıst Love, Blind, Too Beautiful to Lie



3. Shin Min Ah


Ve tabi ki Shin Min Ah'ı es geçmek olmaz. En sevdiğim Koreli ama performans açısından daha iyileri var. İçim kanaya kanaya seni bu sıraya koydum. Bence tartışmasız Kore'nin en güzel kadını, Min Ah son oynadığı dizi Gumiho dizisi ile anti fanlarını bile kendine hayran bıraktı. Romantik komedi dizileri arasında en muhteşem performanstı. Bir insan nasıl bu kadar sevimli olabilir? Adına sayfalarca methiyeler yazılabilir ben kısa keseyim öhöm. İzlenmesi gereken filmleri: Gumiho, A Love To kill, My Mighty Princes, The Beast and the Beauty




4.Ha Jung Woo 


Ha Jung Woo psikopat karakterleri ondan iyi oynayan bir oyuncu yok bence.  Son olarak The Client' filminde bir avukatı canlandırmış, takım elbise ilede oldukça iyi. Mimikleri, konuşması oldukça ilginç ve çekici. Bakışlarındaki hüzün içine işliyor insanın. The Chaser'da bir katile hayran etti beni.
İzlenmesi gereken filmleri: Take Off, The Chaser, Yellow Sea, The Client




 5. Gianna Jun



Ve geldik listemizin son sırasına. Hırçın kız karakterleri diyince akla gelen ilk isim. Bir çoğumuzun Kore sinemasına başlama nedeni My sassy Girl'ün güzel kızı. Öyle çok şaşaşı bir güzelliği olmasada inanılmaz bir çekiciliği var oyunculuğu tabiki muhteşem. İzlenmesi gereken filmleri: My sassy Girl, A Man Who Was Superman, Daisy, Windstruck, Il Mare





















































İçimde bir şey öldü.



Ve bedenim iradesine, hamlelerine boyun eğerken adı konamayan bir şeyin içimde öldüğünü hissediyorum. Coşkunun altında buharlaşıyor, hazzın altında yanıyor. 

Nedir, anlamıyorum. Açıklayamam. 

Ama asla içimden çıkıp gitmeyeceğini biliyorum. Böyle hissetmeme yol açtığı için onu asla affetmeyeceğim.

Tek sözcükle: Çiğ.

Ama derken haz beni, onu dünyayı yutuveriyor ve yerde, ter içinde, bereli, yaşam gücüm çekilmiş ve yüzümde salak bir sırıtılışla bırakılıyorum. 

İçimde bir şey öldü.



 Felsefenin Öldüğü Gün - Casey Maddox ( :143)